27 Nisan 2012 Cuma

Gazete: Bir Anadolu Rock Operası Olarak Safinaz


Bir Anadolu Rock Operası Olarak Safinaz

Yıl 1978. Cem Karaca Safinaz'ı kaydetti. Uzunçaların bir yüzü Safinaz diğer yüzü Kara ve Şeyh Bedrettin Destanı'ndan oluşuyordu.

Safinaz'da hikaye basit. Kasım İstanbul'da kapıcılık yapar. Kızı Safinaz'ı okutmak istese de maddi durumu buna müsaade etmez. Safinaz okuldan ayrılır ve fabrikada çalışmaya başlar. Gerisi dram...

Bu çok bildik arabesk senaryo 70'lerin Türkiye'sinin, hatta 80'lerin bir gerçeği idi. O yıllarda Cem Karaca gözyaşı ile sonlanması gereken bu tür hikayeleri rock kalıpları ile anlatmaya ve söylemini yavaş yavaş sertleştirmeye başlamıştı. Önce Tamirci Çırağı'nda, sonra Safinaz'da alabildiğine sert ve coşkulu bir müzikle çok özel bir anlatım kullanmış, insanların içinde burukluk bırakması gereken bir hikayeyi coşkuya dönüşen bir öfke ile sonlandırmıştı.

Bu dosya, ölümünden sonra hakkında birbirinden farksız şeyler söylenen Cem Karaca'yı farklı bir şekilde anmak için yapıldı. Bir LP'nin tek tarafına çöreklenen, bittiğinde heyecanına, coşkusuna, öfkesine hayran bırakan ve insana "vay be" dedirten ve hatta "böyle şeyler de yapılmış demek" diye şu anki durumumuza deli gibi hayıflandıran Safinaz isimli 18 dakikalık senfonik parça, "Bir Anadolu Rock Operası" olarak hayal edildi...

Kapıcı Kasım, karısı Asiye, kızı Safinaz ve aslında tek başına apayrı bir hikaye olabilecek lümpen Niyazi'nin hikayesi... Üç dakikalık pop şarkılarının tüketilmeye alışıldığı günümüzde bir LP'nin bir yüzünü kaplayan ve aslında "ticari açıdan intihar" sayılabilecek 18 dakikalık bu parça her türlü övgüyü, heyecanı ve bir rock operası olabilme hayalini fazlasıyla hak ediyor. Safinaz, Cem Karaca'nın maddi kazancını düşünmeksizin bir dert anlatmaya, hatta milyonlarca insanın çaresizliğini anlatmaya çalışmasıdır ve bu yüzden de önemlidir.

Cem Karaca dendiğinde Safinaz Safinaz diye bahsedilen o meşhur şarkının hikayesi işte budur. Belki günün birinde hayalimiz gerçekleşir ve bir "Anadolu Rock Operası"yla anarız Cem Karaca'yı... Kim bilir. 


Hazırlayan: Necmiye Uçansoy ( Sabah Gazetesi Cem Karaca Özel Dosyası)



20 Nisan 2012 Cuma

Röportaj: Murat Meriç ile Anadolu Pop Üzerine

Murat Meriç: Anadolu pop 1975'te bitti, 
ne yaparsan yap eskisi gibi olmaz
FATİH VURAL   -   26.03.2011
 
Murat Meriç; Radyocu, DJ, arşivci, müzik yazarı, müzik eleştirmeni. Türkiye'de pop müziğin değişimine tanıklık eden bir isim. "Anadolu Pop, 1975'te bitti; ne yaparsan yap, eskisi gibi olmaz." diyen Meriç ile kendi müzik serüveninin yanında Türk popunun geçmişini ve bugününü konuştuk.
Sizi 2000'li yılların başında TRT'de yaptığınız 'Kırkbeşlik' programıyla tanıdık. 45'lik merakı nasıl başladı?
Dedemin bir 45'lik demeti vardı. Çanakkale'ye gittiğimizde, bütün torunlar, dedenin başına toplanır, dinlerdik. Timur Selçuk, Ajda Pekkan, Yeliz, Füsun Önal ve İlhan İrem'in plakları vardı. Ben en çok Füsun Önal'la İlhan İrem'i severdim. İzmit'te üniversiteye hazırlanırken deli gibi plak toplamaya başladım. Satılan bütün albümlere bandrol şartı gelince, eski plakları kutulara koyup bugünün parasıyla tanesi 1 liradan satmaya başladılar. O dönemde plak koleksiyonculuğu yok. Herkes elindeki plaklardan kurtulmak istiyor. Ankara'da plak toplayan sınırlı sayıda insan, birbirimizi bulduk. O sırada sürekli gidip geldiğim Ezgi Plak'ın sahibi, arkadaşlarının radyo kuracağını söyleyip arşivimi değerlendirmemi istedi. Böylece Arkadaş Radyo'ya bulaştım.
TRT ile nasıl tanıştınız?
O radyoda Metin Solmaz'la tanıştık. Alper Fidaner'le, 96'da radyoda 'Çıtır Çıtır' diye bir program yapmaya başladık. 98'de bitirdik. TRT'den Ahmet Sabuncu bu programı televizyonda yapmamızı önerdi. Böylece 1999'da TRT'de 11 bölüm yayınlanan Türk Pop Tarihi belgeselinin danışmanlığını ve metin yazarlığını yaptım.
TRT'de yaptığınız 'Kırkbeşlik' programıyla müzikseverler, Türk popunun mimarlarını tanıma şansı yakaladı.
Kırkbeşlik'ten önce TRT'de Cumhur Atalay-Mert Özmen ekibinin Çakıl Taşı, Gökkuşağı ve Yarım Elma gibi üç program vardır. Hayalimde hep Çakıl Taşı gibi bir program yapmak vardı. Kırkbeşlik'te ona biraz yaklaştık. Naim Dilmener'in İstanbul'da yaptığı 45'lik geceleri, Radikal ve Gazete Pazar yazıları; Ankara'da yaptığımız 45'lik geceleri, Gökhan Aya gibi insanların çalışmaları, Roll dergisi... Bunlar hep müzik kültürünü yayıyordu.
Müzik araştırmacılığının temelleri de aynı dönemde mi atıldı?
95'te ODTÜ bizi bir panele davet etti. Panelist olmamıza rağmen, izin kâğıdımız yok diye, ODTÜ'nün kapısından almadılar. O gün Metin, Alper ve ben, sabahın 9 buçuğunda bir kafede oturduk. Çok sinirliyiz. Alper'le aklımızda olan projeyi Metin'e açtık: Bir müzik dergisi yapalım! Hatta o sırada önümüzden Kemal Can geçiyordu. Onu çağırdık, aynı gün içinde ikna ettik. Tanıl Bora'dan yardım istedik. Sevin Okyay'ı yazması için ikna etti. Halka genişledi. Ne yapacağımızı düşünürken, Metin bana "Madem bu işleri biliyorsun, otur Türk pop tarihini yaz." dedi. Nereden başlayacağım derken kütüphaneye kapanıp kendimce bir tarih yazmaya başladım. O yazılarım çok tuttu. Fark ettik ki, bunu ilk yazan biziz. 96 Şubat'ında Müzük'ün ilk sayısını yayımladık. 6 sayı çıkardık.
DJ kimliğiniz nasıl ortaya çıktı?
Radyo kapanmış ve insanlar 'Çıtır Çıtır'ı yeniden dinlemek istiyor. Türkiye'ye boş CD'ler yeni yeni geliyor. Plağı CD'ye kaydedebilir miyiz diye bilgisayarcı arkadaşları seferber ettik. Kayıt yapabildiğimizi fark ettik. Bir günde bir CD yazabiliyoruz. O kadar yavaş. Aralık ayını öyle harcayıp 30 CD yaptık. Çoğaltıp arkadaşlarımıza dağıttık. O CD, Ankara'da bir efsane oldu.
Müzikal yapıyla birlikte toplumsal yapıyı ve tarihi de eşzamanlı anlatıyorsunuz. Çaldığınız plaklar da öyle. Hiç bilmediğimiz Barış Manço'yu, Cem Karaca'yı, Erkin Koray'ı çalıyorsunuz. Alternatif gibi duruyor; ama değil!
Şarkıları hayatıma dayandırarak sunuyorum! TİP yükseliyor, bir köylü hareketi var. Onların müziğini alıp Batılılaştırmak gerekiyor. Bugün milletin deli gibi dans ettiği birçok şarkı 1974-76 arasında yapılmıştır: Delisin, Sen Gidince Bak Neler Oldu, Son Verdim Kalbimin İşine, Bim Bam Bom, Bu Ne Dünya... Bunların hepsinin aynı dönemde yapılmasının bir anlamı var. O dönem, Ecevit'in umut olduğu, Eurovision'a ilk kez katıldığımız, Kıbrıs'ı 'aldığımız' dönem. Pek çok zafer var! Halk, bir refah seviyesine ulaşmış. Nitekim iki yıl sonra sağ-sol çatışması, benzin, ekmek kuyrukları başlayınca bu kez Türk popunun arabesk hegemonyasına girdiğini görüyoruz. 1990'da Türk popunun yeniden patlamasının müsebbibi de, Özal'ın 80'lerin sonuna doğru artık iyice 'refah'a inandırmış olması. Darbeden yeni çıkmışız, önümüzde sivil bir iktidar modeli var ki ithalatı serbest bırakıyor, eğlence hayatı yeniden başlıyor.
Tülay German, sizin için nerede duruyor?
O benim kahramanımdır! 92'de Burçak Tarlası'nı Ulus'ta eski bir plakçıda buldum ve çarpıldım. Sonra Tülay German'ı aramaya başladım. Tıkandığım noktada, Bilgi Yayınevi'nden çıkan Tülay German kitabı imdadıma yetişti. Elime Tülay German plakları alıp Kalan Müzik'e gittim. Hasan Saltık'a "Mutlaka CD'sini yapmamız lazım. Telefonu, adresi, plakları, listesi bu." derken unutuldu. 2000 yılında Hasan aradı: "Hani senin Tülay German projesini hâlâ istiyorsan gel. Tülay German bizi buldu. CD yapıyoruz." Ve CD çıktı. Birkaç yıl sonra Hasan aradı beni: "Önümüzdeki cuma, İstanbul'a gel." Merak ederek gittim. Bu sefer de "Taksim Hill Otel'e gidiyorsun. Seni lobide bekleyen biri var." dedi. O kişi Tülay German'mış! Tanıştık, daha sonra Paris'te kendisini ziyaret ettim. Kitap çıkınca Tülay Hanım Kalan'a bir zarf göndermiş, benim adıma. 15 sayfalık bir mektup. Kitabı didik didik okumuş. Eleştirecek bir şey bulamamış, beğenilerini bildirmiş, bir yerdeki hatayı da çok zarif ifade etmiş. Bugüne kadar, eski kuşaktan o kitabı okuduğunu bildiğim tek insan o ve Nino Varon'dur.

Mazhar saçmalamasa daha iyi olacak

MFÖ'yü ayrıcalıklı bir yere koyuyorsunuz.
MFÖ, 80'lerde çok apolitik düzlemde ortaya çıktı. 84'te çıkıyor ilk albümleri. Arka arkaya 4 albüm yapıyorlar. Ele Güne Karşı, Vak The Rock, Peki Peki Anladık ve No Problem. Halka mı hitap etsek, istediğimiz müziği mi yapsak? İkisini bir arada götürmeye çalışıyorlar. Kendi istediklerini yaptıkları albüm, Ele Güne Karşı Yapayalnız. Peki Peki Anladık, doğrudan halka hitap ettikleri albüm. Vak The Rock, ikisinin birleşimi. Bu anlamda Barış Manço'yla Bülent Ortaçgil'in karışımı gibi gelir MFÖ bana.
Peki Mazhar Alanson?
Dünya üzerindeki en iyi şarkı yazarlarından biri. Herkesi çok iyi biliyor. Çok şiir okumuş. Çok özümsemiş. Çok etkilenmiş. Bunları da şarkılarına yansıtmış. 'Ağlamadan', 'Geçiniz' şarkıları hep öyle. Son dönemde saçmalamasa daha iyi olacak...
Cem Karaca?
Türkiye'nin gördüğü göreceği en büyük solist. En iyi hikâye anlatıcısı. Tamirci Çırağı, Zeyno, Kavga, Parka o kadar güçlü şarkılar ki hikâye olarak... Sadece bunlar değil! Cem Karaca'nın üstüne solist yok. Belki Tanju Okan, Ertan Anapa; erkek solistler arasından ona en yaklaşanları.
'Anadolu pop' kavramına inanan bir müzik adamısınız. Ayrıca 'Anadolu rock' kavramının yaygın kullanıldığını da biliyoruz. Bu kavramlara yönelik itirazlar da var. Mesela, Ersan ve Erkut Taçkın'dan... 'Anadolu pop'u nereye kadar uzatabiliriz?
'Anadolu pop'u da, 'Anadolu rock'ı da ilk kullanan, Moğollar'dan Taner Öngür'dür. Hatta Moğol-lar'dır. Ben hâlâ Anadolu pop'un o zaman yaşandığı ve bittiği; hatta birileri bunu yeniden yapmaya çalışsa da başaramayacağı kanısındayım. Anadolu pop; Tülay German'ın Burçak Tarlası'yla başladığı varsayılan, 1970'te Dağ ve Çocuk'la Moğollar'ın adını koyduğu, 74-75 gibi bu işi yapanların politize oldukları için sonlanmış bir tür bence. Anadolu pop'un içinde kimler var dersen? Haramiler, Silüetler, Selçuk Alagöz-Malabadi Köprüsü'ne kadar-, Moğollar, Selda, Cem Karaca...

Fatih Vural (26.03.2011) Zaman Gazetesi Cumaertesi Eki

18 Nisan 2012 Çarşamba

Fotoğraf: Erkin Koray, John Lennon, Yoko Ono ve Arda Uskan


Erkin Koray ve John Lennon aynı karede

Usta gazeteci Arda Uskan'ın arşivinden çıkardığı 1971 tarihli bu fotoğraf, sosyal paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kırıyor.

Cannes’da çekilen karede, efsane İngiliz grup Beatles’ın cinayete kurban giden solisti John Lennon, sevgilisi Yoko Ono, Erkin Koray ve Arda Uskan bir arada görülüyor.

Uskan, fotoğrafı Lennon ve Ono ile yaptığı röportaj için çektirdiğini açıkladı.






5 Nisan 2012 Perşembe

Kitap Eleştirisi: Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço (Birgül Yangın)


Kopuz, Barış’ın elinde gitar oldu
Birgül Yangın, genç bir edebiyat öğretmeni. Çocukluğundan beri şarkılarını dinleyip hayran olduğu Barış Manço’yu üniversiteyi bitirme tezi olarak inceledi. Şimdi tezini kitaplaştırdı ve karşımıza, yepyeni bir Barış Manço portresi çıktı: Elinde kopuz yerine gitar olan bir ozan...
‘Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço’ gibi bir ifade, düz bir cümlenin içinde geçiyorsa fazla ilginizi çekmeyebilir. Fakat aynı kelimeler bir kitabın kapağında karşınıza çıkıyorsa, o zaman biraz daha dikkat kesilebilirsiniz. Birgül Yangın imzasıyla Akçağ Yayınları’ndan çıkan ‘Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço’ isimli kitap, Barış Manço’ya olan sevgimizle birleşince bizim de dikkatimizi çekti.
Barış Manço’ya daha yaşadığı dönemde dünyanın birçok ülkesini gezmesinden dolayı ‘Barışçelebi’ ismini vermiş; ama onun ‘âşık–ozan’ geleneğinden gelen yönü üzerinde fazlaca durmamıştık. Yunus’tan, Karacaoğlan’dan ve Hz. Mevlâna’dan esinlenmesi bir tarafa Barış Manço, kendi bestelerinin sonlarını tıpkı aşıkların yaptığı gibi ‘Barış der ki...’ cümlesi ile bitiriyordu. Birgül Yangın, işte bu noktaya, Barış Manço’nun ozanlığı üzerine dikkatlerimizi çekiyor eserinde. Kitap, aslında yazarın üniversiteyi bitirme tezi. Tezlerde ise genellikle akademik bir çalışmanın donukluğuyla karşı karşıyasınızdır. Ama, ‘Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço’ isimli bu kitabının daha ilk sayfalarında o beklediğiniz donukluğun yerine, bir sanatçıyla onun sevgisini her şeyin üstünde tutan bir insanın portresi ile karşılaşıveriyorsunuz. Kitabın sayfaları arasında ilerlerken Barış Manço ile ilgili birçok bilgi ediniyor; bir yandan da yazarın sanatçıya olan hayranlığına dikkat kesiliyoruz. Belki, Barış Manço kadar onun, yazar olan hayranının hayatını da merak ediyoruz.
Birgül Yangın, henüz 23 yaşında. Üniversiteyi iki yıl önce bitirmiş ve edebiyat öğretmenliği yapıyor. Barış Manço’yu da çocukluğunun ‘Adam Olacak Çocuk’ programlarından beri takip ediyor. Büyüyor, üniversiteyi okuyup ‘adam olacağı’ günleri beklerken Barış abisinin öldüğü haberini alıyor. Tanışmadığı, uzaktan uzağa takip ettiği; ama hayranı olduğu bu insanın ardından çok gözyaşı döküyor. Üniversiteyi bitirme tezinin de tam böyle bir döneme denk gelmesi Birgül öğretmende ‘neden tezimin konusu Barış Manço olmasın’ fikrini uyandırıyor. Tez danışmanı Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na gidip konuyu açıyor ve tezini Barış Manço üzerine kurguluyor. Yazarın tek üzüntüsü; böyle bir tezin sanatçının hayattayken yapılmaması konusunda. ‘Onun sağlığında böyle bir tez yapabilseydim, kim bilir daha ne özelliklerini ortaya çıkarabilecektim. Merak ettiğim hususların cevabını alabilmiş ve daha sağlıklı bir çalışma yapmış olacaktım.’ diyor Birgül Yangın. ‘Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço’ araştırmasını yaparken, yıllar içinde biriktirdiği kasetlerden, gazete ve dergilerden oluşan koleksiyonundan en büyük desteği almış. Ama bu esere bakış açımızın da bir çerçevesini çiziyor yazar: “İmkanların zorlandığı bu eser, bilimsel bir çalışma olmanın yanı sıra bir duygusallık ürünüdür de. Sıradan fakülte tezlerinden farkı belki de bu. Sadece bilim kokan bir eser değil, sevgiyle yoğrulmuş bir emeğin neticesi.”
‘O, tarihi değil, geleneği seviyordu’
Peki, çok sevdiği Barış Manço, Birgül öğretmene göre nasıl bir kişiliğe sahipti: “Sanatçı sıfatını yakıştırdığım ender insanlardan biri idi. O, geniş bir yelpazeye sahipti. Hayatın gayesini yansıttığı eserleriyle bir filozoftu benim için. ‘Ben tarihi değil, geleneği seviyorum. Tarih ölür, gelenek yaşar.’ ifadesiyle tutucu olmayan, değerlerine sahip çıkan bir insandı. Karizmatik kimliği, üslubu, hayata bakışı ile sıradanlıktan sıyrılıp, aykırılaşmadan farklılığını gösteren büyük bir sanatçıydı.” Eserlerindeki edebi unsurları ve şarkıcı kimliği göz önüne alındığında Barış Manço çağımızın modern bir âşığı aslında. Yazara göre Barış’ı diğer aşıklardan ayıran özellik belki elinde saz ve kopuz yerine gitar olmasıydı. Görünüşü, tarzı farklıydı; ama Barış’ın besteleri Doğu ve Batı’nın sentezi olan Anadolu ezgileriydi hep. “Eserlerini dikkatle dinlediğinizde ne kadar çok atasözüne, deyime, halk hikâyeleri ve halk inanışlarına yer verdiğini görebilirsiniz. Âşıkların adını ‘tapşırması’ gibi, türkü formatındaki şarkılarında ‘Barış der ki’ ifadeleri gözden kaçmazdı.” diyor yazar. Barış Manço’ya kim bakarsa baksın onda Yunus Emre’nin sevgi, Mevlâna’nın hoşgörü, Karacaoğlan’ın güzellik anlayışı, Dede Korkut’un söyleyiş özellikleri, Evliya Çelebi’nin seyyahlığının televizyona yansımış halini görebilirdi. Aslında bütün bunları birleştirip bir tez konusu yapan yazar, kitabında müzikal bir kimliği olan Barış Manço’yu edebiyat dünyası içinde bir ‘ozan’ olarak kabul etmenin gerekçelerini sunuyor okura.
“Onu anlatmakta sıkıntı çektiğim zamanlar Beethoven’in ‘Hislerim güneş gibi ve ben onları bir mummuş gibi anlatmaktan usandım artık.’ sözlerine sığınırım.” diyor Birgül Yangın. Kitabını, kendisi kadar hayran olduğu Barış dostlarına yeni bir bakış açısı sunacağı görüşündeki yazarın son sözü yine Barış Manço’ya: Sevgili Barış Manço! Sen olmasan bu çalışma hiç olmazdı. Kişiliğinle ve sanatınla örnek olduğun, rüyalarımda bile olsa yanımda yer aldığın, şarkılarınla göndermeye devam ettiğin mesajlar için sana binlerce teşekkür ediyorum.”
Fatih Selvi / İstanbul
13.04.2002
(Zaman Gazetesi)