27 Temmuz 2013 Cumartesi

Röportaj: Erkut Taçkın Tekrar Sahnelerde (Kalkanhaber, Eyüp Tatlıpınar, 18.09.2010)


Erkut Taçkın Tekrar Sahnelerde

Kalkan'da 80'li yıllarda turizmin ilk öncülüğünü yapan ünlü sanatçı Erkut Taçkın, Özel bir proje için tekrar sahne alıyor.



Rock'n roll'u Türkiye'ye getiren müzisyen sahnede

Türkiye'ye rock'n roll'u 1954'te getiren Genç Denizciler grubunun vokalisti Erkut Taçkın, bu akşam garajistanbul'da sahne alıyor. Kendisi askeri lisede rock'n roll ile tanışmış, kız kolejlerinde konserler vermek için 'hapis yatmayı', evlenmek için Almanya'da işçi olarak çalışmayı göze almış bir isim...
Üç gündür 1960-70'li yılların pop ve rock müziğini günümüz gençleriyle buluşturmak ve tanıtmak için Red Bull Music Academy sponsorluğunda, 'Ustalara Saygı: Ana Pop' adı altında çeşitli atölyeler düzenleniyordu. Etkinliklerin bu gece gerçekleşecek finaliyse, hem o eski zamanların hem de günümüz müzisyenlerinin bir araya geleceği, kaçırılmayacak bir müzik ziyafeti sunuyor. Saat 20:00'den itibaren garajistanbul'da Erol Büyükburç, Gökçen Kaynatan ve Orkestrası, Moğollar, Kurtalan Ekspres, Derdiyoklar, Replikas, Ayyuka, Nekropsi gibi gruplar ve müzisyenler sahne alacak. Özellikle Almanya'da müzik yapan Derdiyoklar'ın pek çılgın performansını kaçırmamanızı (fikir edinmek için youtube'dan videolarını izleyebilirsiniz) önerip dikkatinizi bir başka efsaneye çekelim; bu akşam Gökçen Kaynatan ve Orkestrası'nda vokalist olarak sahne alacak Erkut Taçkın'a... Kendisi 1955'te henüz 14 yaşına basmışken, rock'n roll'u Türkiye'ye ilk kez getiren Genç Denizciler grubunun vokalistliğini yaparak müzik dünyasına adımını atmış ve bugün hala özel konserlerde sahne alıyor. Konser öncesinde kendisinden o maceralı yıllarını dinledik. 

- Türkiye'nin ilk rock'n roll grubu diyebiliriz sanırım Genç Denizciler'e, nasıl kurdunuz? Bizden önce de Batı müziği yapan Nevzat Yalaz, Faruk Akel, Ümit Aksu gibi abilerimiz vardı ama onların alanı caz müziğiydi. Rock'n roll yapan yoktu, arada bir TRT radyosundan dinlerdik ama en büyük avantajımız Deniz Lisesi'nde okumamızdı. Mesela gemiler Amerika'ya gittiğinde personele plak siparişi verirdik, getirirlerdi. Bill Haley'ler, Elvis Presley'ler falan... Bir gün lisede Durul Gence'nin öncülüğündeki arkadaşlar rock'n roll grubu kurmaya karar vermişlerdi, beni de davet ettiler. Bazen şarkılar mırıldanırdım ve sesimin güzel olduğunu düşünürlerdi. Önce elime trompeti verdiler ama sonra vokale başladım, öyle gitti. 

- Babanız da askerdi, müzisyenliği nasıl karşıladı? Amiraldi, yaklaşık 20 yıl Gölcük'teki denizaltılarda çalışmış. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce, Türkiye'nin sipariş ettiği denizaltıları almak için Almanya'ya gitmiş. Fakat savaş patladığı için Almanya denizaltıları satmaktan vazgeçince onlar da iki denizaltıyı kaçırarak İstanbul'a getirmiş. Bizim ailede disiplin içinde yetiştim ama babam sanatsever biri olduğu için engel olmaktan çok teşvik etti beni bu işe. Zaten askeri okulda okumamı pek istemiyordu. Mesela üniversiteyi Amerika'daki bir okulda okumamı isterdi. O nedenle gizlice kayıt oldum sınavlara. Denizciliğe aşıktım. 
KIZ KOLEJİNDE KONSER VERMEK İÇİN HAPSİ GÖZE ALAN GRUP
- Askeri lisede, disiplin altında müzik grubu kurmak kolay olmasa gerek... 
Aslında çok şey öğrendim o lisede. Okuldan subay olarak çıktığımızda, danslı toplantılarda deniz kuvvetlerini iyi temsil edelim diye haftada iki kez müzik dersleri verilirdi. Rock'n roll grubumuza da büyük zorluk çıkarılmazdı, boş zamanlarımızda yine askeri bir disiplinle rock'n roll çalışırdık. Ama izinsiz konserler nedeniyle bazen hapishaneye düştüğümüz olurdu. Sonra grubumuzun adını değiştirmek zorunda kaldık, Somer Soyata Orkestrası yaptık. 
- Hapishane? Amerikan, Üsküdar gibi kız kolejlerinde konserler vermenin peşinde koşardık. Bazen izin alamazdık üstlerimizden ve gizlice verirdik. Döndüğümüzde disiplin cezamızı çekmek için 4-5 kişilik bir odada kurulan hapishaneye girerdik, bir hafta boyunca. Öyle bir sistem vardı o zamanlar. Yine de iyi bir öğrenciydim, liseden sonra Harp Okulu'na gittiğimde ilk 15 kişi arasındaydım. Ama birinci yıl matematikten çakınca Harp Okulu'nu bıraktım. Müziğe daha fazla zaman ayırmak istiyordum. 
- Hangi şarkıları seslendiriyordunuz? Rock'n roll'un o sıralarda Amerika'daki popüler parçalarını seslendiriyorduk. Plaktan dinleyip sözlerini çıkarıyorduk ama kolay olmuyordu. Okulda Amerikalı askerler vardı eğitim vermek için. Onlara düzelttiriyorduk çoğunlukla. Türkçe rock'n roll çok daha sonraları geldi. 

- Grubunuz o yıllarda 'genç kızların sevgilisi' olarak tanınıyormuş, kişi olarak bu sıfatta payınız var mıydı? Fiziğim fena sayılmazdı. Doğrusunu söylemek gerekirse o günlerde de, sonraki yıllarda da epey sevgilim oldu. Ama lise sıralarında flört bugünkünden farklıydı biraz. Çay dediğimiz danslı toplantılar oluyordu mesela, orada hoşlandığın biriyle el ele tutuşup dans ediyordun, ertesi gün okula gelip sonraki iznine kadar kafanda bir sürü şey kurup bulutların üstünde yaşıyordun. 

- Sonra Almanya'ya işçi olarak gitmişsiniz... Evet, bir kız arkadaşım vardı nişanlandık ama babam evliliğe izin vermiyordu. Herhangi bir mesleğim, işim olmadığı için. Biz de onunla gözümüzü karartıp Almanya'ya gittik 1962'de. Ford fabrikasında sekiz ay çalıştım Münih'te. Sonra bir müzik grubuna katıldım. Oranın gece hayatında da tanınan bir grup olduk. Çok kavga çıkardı, ünlü biriydim ama ismim kavgacıya çıkmıştı neredeyse. Çalıştığım kulübün fedaisi gibi görüyorlardı. Sonra Durul Gence'nin yolu da oraya düştü. Birlikte biraz çaldıktan sonra İstanbul'a döndük. Biz Almanya'dayken buradaki gazetelerde bazı haberlerimiz çıkmıştı. O nedenle epey sükse yapmıştık. Her müzisyenin çıkmak istediği Sıraselviler'deki Kulüp 12'de sahne almaya başladık. 
- 1970'lerin sonuna doğru sahneleri bıraktınız... 
Kaset dönemi başlamıştı, müziğe ulaşmak da, müzik yapmak da ucuzlamıştı. Ben müziği türlerine göre sınıflandırmam aslında, arabeskin de, halk müziğinin de, rock'ın da iyisi ve kötüsü vardır ama kalite düşmeye başlamıştı o sıralarda. Öyle bir ortam içinde yer almak istemeyince sahneleri bırakıp Antalya Kalkan'da otelciliğe başladım. Bir iki pansiyon vardı o civarda, arabayla geçerken çok hoşuma gitti, bütün paramla önce arsa alıp sonra oradaki bir binayı otele çevirdim. İngiliz turistler geliyordu daha çok. Orada turizmi başlatan ilk kişilerden biriyim.

Gazete: Batman'ın 'altın' orkestrası (Müjgan Halis, Sabah Gazetesi Cumartesi Eki, 13.02.2009)

Batman'ın 'altın' orkestrası

Filmin yönetmeni Metin Avdaç ve grubun solisti 70'lik delikanlı İlhan Telli'yle o günlerin müziğini ve Batman'ı konuştuk..
Batman; son yıllarda kamuoyunun Hizbullah'la, kadın intiharlarıyla, faili meçhullerle tanıdığı bir kent. Ancak bu tarif 2000'lerin Batmanı'nı anlatıyor. 60'lı yıllarda Batman bambaşka bir yerdi.
Doğu Ekspresi'ni taşıyan demiryolunun ikiye ayırdığı kent, petrolün bulunmasıyla İluh adlı bir köyden Batman adlı bir kente dönüşmenin sancılarını yaşıyordu.
Rayların bir tarafı ilkel bir kasaba panoraması çizerken, diğer tarafında ise TürkiyePetrolleri Anonim Ortaklığı'nın (TPAO) çalışanları için yarattığı bir cennet vardı: Site.
Üç katlı işçi apartmanları ile tek katlı mühendis villalarından oluşan sitede ne yoktu ki? Şehrin İluh tarafında insanlar radyoyu şaşkınlıkla karşılarken, hastaneler, okullar, sinema salonları ve yüzme havuzları bütün konforuyla Sitelilelere hizmet verirdi. O dönem sadece TPAO çalışanlarına açık olan sitenin havuzu yazın ışıklandırılır ve bir dans salonuna dönüştürülürdü.
Dans müziklerini ise sonraları bir efsaneye dönüşecek bir orkestra çalardı: TPAO Batman Orkestrası. Çalınan caz müziğiyle havuz kenarında salınarak dans edenler, o yıllarda yeni yeni kulağa çalınan Anadolu popun 'çılgın' ezgileri eşliğinde kendilerinden geçerdi. Batman'ın bir kısmı yoksulluktan kırılsa da, kapağı TPAO'ya atan Batmanlılar da bu eğlencelerden ve konfordan nasibini alırdı.

KÖY DÜĞÜNLERİNE BİLE KATILDILAR 

Şimdilerde Batman'da genç kadınları havuz kenarında mini etekleriyle çılgınca dans ederken hayal etmek neredeyse imkânsız ama, sonraları bir efsaneye dönüşecek olan orkestra, bununla yetinmez halk konserleri verir, düğünlere bile giderdi. Peki kimdi bu adamlar, niye Türkiye'nin daha 'müsait' yerleri varken, Batman'da bir araya gelmişlerdi? Grubun kurucusu Ahmet Akman'dı, Türkiye'nin dört bir yanından müzisyenleri bir araya getirmiş ve petrolle yeniden keşfedilen kentte çalışmaya giden mühendislerin ve diğer çalışanların sosyal hayatlarına renk katmak için bir grup kurmaya karar vermişti.
İlk dönemlerinde caz parçaları, yemek müziği ve dans parçaları çaldılar ama kısa bir süre Batman ve çevresine öyle çok hayran oldular ki, köy düğünlerine bile katıldılar.
Akman bir süre sonra ayrıldı ama Türk hafif müzik hayatında bir efsane olacak grubun da nüvelerini atmış oldu: Klavye ve vokalde İlhan Telli, bateride Semih Özmert, gitarda Ünal Üstol, basgitarda Çetin Oral, tenor saksafonda Ünal Yiğitbaş ve gitarda Atilla Akman'ın oluşturduğu Batman Orkestrası; TPAO'nun o günlerde sanata yaptığı yatırımın sonucuydu. Tek işleri müzik olan bu adamlar TPAO görevlendirmesiyle kurumun şubelerinin olduğu her yerde konserler vermeye başladılar.

TÜRKÜLERİN CAZ YORUMU 
TPAO Batman Orkestrası, 1960'ların sonlarına doğru, o sırada ortaya çıkan Anadolu pop akımının etkisiyle, türkülerin caz yorumunu yapmaya ve çalmaya başladı. Aynı yıllarda düzenlenen Altın Mikrofon yarışmalarına da katıldı. 1966'daki yarışmaya Fırat Kenarında Yüzer Kayıklar/Kaleden Top Atarlar şarkıları ile katıldılar. Sonraki yıllarda rock'n roll melodileri, çalışmalarında daha baskın olmaya başladı. 1967'de Altın Mikrofona Ay Beyaz Deniz Mavi/Kara Toprak şarkıları ile katıldılar ve dördüncü oldular. 1968'de ise Meşelidir Enginde Dağlar/Aç Aç Kollarını ile güçlü rakipleri Erkin Koray, Moğollar, Cem Karaca'yı bile geride bırakarak birinci oldular. 1960'lı yıllardaki değişimleri, yaratılan özgürlük ortamının sanata yansımasını ve Batman'dan bile böyle bir gurubun çıkması ise yıllar sonra bir belgesel filme konu oldu.
Çocukluğu TPAO Batman Orkestrası'nın müzikleriyle geçen bir fotoğraf sanatçısı, Metin Avdaç; grubun öyküsünü anlattığı filmine Kara Altından Altın Mikrofona adını vermiş. Metin Avdaç'la ve orkestranın solisti İlhan Telli (72) ile buluştuk ve o dönemin Batman'ını, müziğini ve aslında devletin sanata yaklaşımını onlardan dinledik...

OKULDAN KAÇIP SİNEMAYA 

Metin Avdaç Batman doğumlu, babası da TPAO da işçi olan bir fotoğraf sanatçısı ve belgesel film yönetmeni. Ailece gittikleri localı yazlık Saray Sineması'nda başlayan sinema tutkusunu, özellikle kente Yılmaz Güney filmleri geldiğinde okuldan kaçışını gülümseyerek anlatıyor: "Bir çam ağacı belirlemiştim, onun altına çantamı ve siyah önlüğümü gömüp Raman sinemasına giderdim. O zamanın teknik koşulları bugünkü gibi değildi, filmler sık sık kopar, yanardı. Makinistin sokağa atttığı filmleri toplar, lokum kutusundan projeksiyon makinası yapar, arkadaşlarıma gösterim yapardım." O yıllarda bir yakının aldığı Leika makinayla fotoğraf çekmeye başlamış, ama asıl düşü sinema olmayı hep sürdürmüş. Sonrası ekmek kavgası. Bir devlet kuruluşunda yıllarca elektrikçi olarak geçen yıllar ve 1985'e kadar ertelenen hayaller. 1985'te alınan Compact fotoğraf makinasıyla yeniden amatörce fotoğraf çekmeye başlamış ve bu amatörlük 1996'daki Canon A1'e kadar sürmüş. O yıllarda görevi nedeniyle Çorlu'da olsa da, fotoğraf dünyasından uzak kalmamak için sürdürdüğü arayışlar onu İFSAK'ın kapısına götürmüş. Çektiği belgesel fotoğraşar hayalindeki sinemaya yaklaştırmış Metin Avdaç'ı ve 2006'da ilk filmi Torakçılar'ı çekmiş.
Odun veya kiremitin kümbet haline getirilerek yakılmasıyla oluşan odun kömürü olan 'torak' işini yapanları konu ettiği ilk belgeselinden sonra, bir gün Batman'ın yerel gazetelerini okurken gördüğü bir haber onu çocukluğuyla ve TPAO Batman Orkestrası'yla buluşturmuş: "Birden şimşekler çaktı. İlkokulda okurken 23 Nisan maskeli balolarında, Cumhuriyet bayramı balolarında, düğünlerde onları çok dinlemiştim.
1968'de Batman'a Altın Mikrofon'u götüren orkestrayı hemen hatırladım ve bunun belgeselini yapmalıyım diye düşündüm." Bir dönem İstanbul'dan farkı olmayan memleketini ve o memleketten çıkan orkestrayı tam sekiz aylık bir çalışmayla, 60 dakikalık bir film haline getirmiş. Hem de tamamı memur maaşıyla ve kredi kartlarına borçlanarak. Batman, İzmir, Lüleburgaz'de yapılan çekimler tamamen arkadaş dayanışmasıyla gönüllü bir şekilde tamamlanmış.

BATMAN BAŞKAYDI 
Sonrasını ve o günlerin Batmanı'nı 'İlhan ağabey' diye seslendiği İlhan Telli anlatıyor: "Beyoğlu'nda piyanomla İngilizce ve İtalyanca şarkılar söylerken, Batman'dan gelen teklişe eşimi de alıp bu hiç tanımadığım şehrin yolunu tuttum. Anlatılır gibi değildi Batman, modern bir yerdi, okulu, yüzme havuzları, tenis kortları olan bir şehirdi. Çocuklarımıza yüzme hocaları, bale hocaları getirdik." 1979'a kadar Batman'da kalmış İlhan Telli. Batman halkının yaptıkları müziğe çok ilgi gösterdiğini anlatırken, yanımızdaki Metin Avdaç'ı göstererek, "İşte bir tanesi öyle etkilenmiş olmalı ki, olgunluk çağına gelince bunu belgesel haline getirdi," diye konuşuyor. Orkestradaki beş müzisyenin 1977'de bir arada kaldığını, daha sonra çeşitli ayrılmalar ve yeni katılımlar olduğunu anlatan Telli, 1979'dan sonra ayrıldığı Batman'a bir daha gidemememiş. Yerleştiği İzmir'de arabeskin de yaygınlaşmasının etkisiyle Fransız tatil köylerinde, lüks otellerde müzisyenlik ve animatörlük yapmış.
Filmini, sinema aşkına tutulmasına neden olan ve Batman'daki sinemaya da adını veren Yılmaz Güney sinemasında göstermeyi çok isteyen yönetmen Metin Avdaç, Kara Altından Altın Mikrofon'a'yı İstanbul Film Festivali'nden sonra, Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza festivallerine de gönderecek. Sonra Midyatlı Süryanilerin şarap yapma öykülerini ve Müslümanların pestil ve sucuk yapma hikayelerini anlatacağı yeni belgesel filmi için çalışmaya başlayacak.