20 Nisan 2012 Cuma

Röportaj: Murat Meriç ile Anadolu Pop Üzerine

Murat Meriç: Anadolu pop 1975'te bitti, 
ne yaparsan yap eskisi gibi olmaz
FATİH VURAL   -   26.03.2011
 
Murat Meriç; Radyocu, DJ, arşivci, müzik yazarı, müzik eleştirmeni. Türkiye'de pop müziğin değişimine tanıklık eden bir isim. "Anadolu Pop, 1975'te bitti; ne yaparsan yap, eskisi gibi olmaz." diyen Meriç ile kendi müzik serüveninin yanında Türk popunun geçmişini ve bugününü konuştuk.
Sizi 2000'li yılların başında TRT'de yaptığınız 'Kırkbeşlik' programıyla tanıdık. 45'lik merakı nasıl başladı?
Dedemin bir 45'lik demeti vardı. Çanakkale'ye gittiğimizde, bütün torunlar, dedenin başına toplanır, dinlerdik. Timur Selçuk, Ajda Pekkan, Yeliz, Füsun Önal ve İlhan İrem'in plakları vardı. Ben en çok Füsun Önal'la İlhan İrem'i severdim. İzmit'te üniversiteye hazırlanırken deli gibi plak toplamaya başladım. Satılan bütün albümlere bandrol şartı gelince, eski plakları kutulara koyup bugünün parasıyla tanesi 1 liradan satmaya başladılar. O dönemde plak koleksiyonculuğu yok. Herkes elindeki plaklardan kurtulmak istiyor. Ankara'da plak toplayan sınırlı sayıda insan, birbirimizi bulduk. O sırada sürekli gidip geldiğim Ezgi Plak'ın sahibi, arkadaşlarının radyo kuracağını söyleyip arşivimi değerlendirmemi istedi. Böylece Arkadaş Radyo'ya bulaştım.
TRT ile nasıl tanıştınız?
O radyoda Metin Solmaz'la tanıştık. Alper Fidaner'le, 96'da radyoda 'Çıtır Çıtır' diye bir program yapmaya başladık. 98'de bitirdik. TRT'den Ahmet Sabuncu bu programı televizyonda yapmamızı önerdi. Böylece 1999'da TRT'de 11 bölüm yayınlanan Türk Pop Tarihi belgeselinin danışmanlığını ve metin yazarlığını yaptım.
TRT'de yaptığınız 'Kırkbeşlik' programıyla müzikseverler, Türk popunun mimarlarını tanıma şansı yakaladı.
Kırkbeşlik'ten önce TRT'de Cumhur Atalay-Mert Özmen ekibinin Çakıl Taşı, Gökkuşağı ve Yarım Elma gibi üç program vardır. Hayalimde hep Çakıl Taşı gibi bir program yapmak vardı. Kırkbeşlik'te ona biraz yaklaştık. Naim Dilmener'in İstanbul'da yaptığı 45'lik geceleri, Radikal ve Gazete Pazar yazıları; Ankara'da yaptığımız 45'lik geceleri, Gökhan Aya gibi insanların çalışmaları, Roll dergisi... Bunlar hep müzik kültürünü yayıyordu.
Müzik araştırmacılığının temelleri de aynı dönemde mi atıldı?
95'te ODTÜ bizi bir panele davet etti. Panelist olmamıza rağmen, izin kâğıdımız yok diye, ODTÜ'nün kapısından almadılar. O gün Metin, Alper ve ben, sabahın 9 buçuğunda bir kafede oturduk. Çok sinirliyiz. Alper'le aklımızda olan projeyi Metin'e açtık: Bir müzik dergisi yapalım! Hatta o sırada önümüzden Kemal Can geçiyordu. Onu çağırdık, aynı gün içinde ikna ettik. Tanıl Bora'dan yardım istedik. Sevin Okyay'ı yazması için ikna etti. Halka genişledi. Ne yapacağımızı düşünürken, Metin bana "Madem bu işleri biliyorsun, otur Türk pop tarihini yaz." dedi. Nereden başlayacağım derken kütüphaneye kapanıp kendimce bir tarih yazmaya başladım. O yazılarım çok tuttu. Fark ettik ki, bunu ilk yazan biziz. 96 Şubat'ında Müzük'ün ilk sayısını yayımladık. 6 sayı çıkardık.
DJ kimliğiniz nasıl ortaya çıktı?
Radyo kapanmış ve insanlar 'Çıtır Çıtır'ı yeniden dinlemek istiyor. Türkiye'ye boş CD'ler yeni yeni geliyor. Plağı CD'ye kaydedebilir miyiz diye bilgisayarcı arkadaşları seferber ettik. Kayıt yapabildiğimizi fark ettik. Bir günde bir CD yazabiliyoruz. O kadar yavaş. Aralık ayını öyle harcayıp 30 CD yaptık. Çoğaltıp arkadaşlarımıza dağıttık. O CD, Ankara'da bir efsane oldu.
Müzikal yapıyla birlikte toplumsal yapıyı ve tarihi de eşzamanlı anlatıyorsunuz. Çaldığınız plaklar da öyle. Hiç bilmediğimiz Barış Manço'yu, Cem Karaca'yı, Erkin Koray'ı çalıyorsunuz. Alternatif gibi duruyor; ama değil!
Şarkıları hayatıma dayandırarak sunuyorum! TİP yükseliyor, bir köylü hareketi var. Onların müziğini alıp Batılılaştırmak gerekiyor. Bugün milletin deli gibi dans ettiği birçok şarkı 1974-76 arasında yapılmıştır: Delisin, Sen Gidince Bak Neler Oldu, Son Verdim Kalbimin İşine, Bim Bam Bom, Bu Ne Dünya... Bunların hepsinin aynı dönemde yapılmasının bir anlamı var. O dönem, Ecevit'in umut olduğu, Eurovision'a ilk kez katıldığımız, Kıbrıs'ı 'aldığımız' dönem. Pek çok zafer var! Halk, bir refah seviyesine ulaşmış. Nitekim iki yıl sonra sağ-sol çatışması, benzin, ekmek kuyrukları başlayınca bu kez Türk popunun arabesk hegemonyasına girdiğini görüyoruz. 1990'da Türk popunun yeniden patlamasının müsebbibi de, Özal'ın 80'lerin sonuna doğru artık iyice 'refah'a inandırmış olması. Darbeden yeni çıkmışız, önümüzde sivil bir iktidar modeli var ki ithalatı serbest bırakıyor, eğlence hayatı yeniden başlıyor.
Tülay German, sizin için nerede duruyor?
O benim kahramanımdır! 92'de Burçak Tarlası'nı Ulus'ta eski bir plakçıda buldum ve çarpıldım. Sonra Tülay German'ı aramaya başladım. Tıkandığım noktada, Bilgi Yayınevi'nden çıkan Tülay German kitabı imdadıma yetişti. Elime Tülay German plakları alıp Kalan Müzik'e gittim. Hasan Saltık'a "Mutlaka CD'sini yapmamız lazım. Telefonu, adresi, plakları, listesi bu." derken unutuldu. 2000 yılında Hasan aradı: "Hani senin Tülay German projesini hâlâ istiyorsan gel. Tülay German bizi buldu. CD yapıyoruz." Ve CD çıktı. Birkaç yıl sonra Hasan aradı beni: "Önümüzdeki cuma, İstanbul'a gel." Merak ederek gittim. Bu sefer de "Taksim Hill Otel'e gidiyorsun. Seni lobide bekleyen biri var." dedi. O kişi Tülay German'mış! Tanıştık, daha sonra Paris'te kendisini ziyaret ettim. Kitap çıkınca Tülay Hanım Kalan'a bir zarf göndermiş, benim adıma. 15 sayfalık bir mektup. Kitabı didik didik okumuş. Eleştirecek bir şey bulamamış, beğenilerini bildirmiş, bir yerdeki hatayı da çok zarif ifade etmiş. Bugüne kadar, eski kuşaktan o kitabı okuduğunu bildiğim tek insan o ve Nino Varon'dur.

Mazhar saçmalamasa daha iyi olacak

MFÖ'yü ayrıcalıklı bir yere koyuyorsunuz.
MFÖ, 80'lerde çok apolitik düzlemde ortaya çıktı. 84'te çıkıyor ilk albümleri. Arka arkaya 4 albüm yapıyorlar. Ele Güne Karşı, Vak The Rock, Peki Peki Anladık ve No Problem. Halka mı hitap etsek, istediğimiz müziği mi yapsak? İkisini bir arada götürmeye çalışıyorlar. Kendi istediklerini yaptıkları albüm, Ele Güne Karşı Yapayalnız. Peki Peki Anladık, doğrudan halka hitap ettikleri albüm. Vak The Rock, ikisinin birleşimi. Bu anlamda Barış Manço'yla Bülent Ortaçgil'in karışımı gibi gelir MFÖ bana.
Peki Mazhar Alanson?
Dünya üzerindeki en iyi şarkı yazarlarından biri. Herkesi çok iyi biliyor. Çok şiir okumuş. Çok özümsemiş. Çok etkilenmiş. Bunları da şarkılarına yansıtmış. 'Ağlamadan', 'Geçiniz' şarkıları hep öyle. Son dönemde saçmalamasa daha iyi olacak...
Cem Karaca?
Türkiye'nin gördüğü göreceği en büyük solist. En iyi hikâye anlatıcısı. Tamirci Çırağı, Zeyno, Kavga, Parka o kadar güçlü şarkılar ki hikâye olarak... Sadece bunlar değil! Cem Karaca'nın üstüne solist yok. Belki Tanju Okan, Ertan Anapa; erkek solistler arasından ona en yaklaşanları.
'Anadolu pop' kavramına inanan bir müzik adamısınız. Ayrıca 'Anadolu rock' kavramının yaygın kullanıldığını da biliyoruz. Bu kavramlara yönelik itirazlar da var. Mesela, Ersan ve Erkut Taçkın'dan... 'Anadolu pop'u nereye kadar uzatabiliriz?
'Anadolu pop'u da, 'Anadolu rock'ı da ilk kullanan, Moğollar'dan Taner Öngür'dür. Hatta Moğol-lar'dır. Ben hâlâ Anadolu pop'un o zaman yaşandığı ve bittiği; hatta birileri bunu yeniden yapmaya çalışsa da başaramayacağı kanısındayım. Anadolu pop; Tülay German'ın Burçak Tarlası'yla başladığı varsayılan, 1970'te Dağ ve Çocuk'la Moğollar'ın adını koyduğu, 74-75 gibi bu işi yapanların politize oldukları için sonlanmış bir tür bence. Anadolu pop'un içinde kimler var dersen? Haramiler, Silüetler, Selçuk Alagöz-Malabadi Köprüsü'ne kadar-, Moğollar, Selda, Cem Karaca...

Fatih Vural (26.03.2011) Zaman Gazetesi Cumaertesi Eki

Hiç yorum yok: